31 Temmuz 2010 Cumartesi

Nereden başlasam...

Ben öncelikle Alex konusundan başlayacağım.İstatistikleri ve gözyaşartan performansları saymayacağım.Ama herşey bitti derdimiz Alex...4-4-2 oynayamıyormuşuz vah vah...el freniymiş vay vay...Sanki Alex giderse Stoch ve Dia ile bir sezonda 4-4-2 oynayabilecek bu takım.Konu 4-4-2 3-5-2 4-3-3 değil diğer oyuncuların ne yaptığı.Alex gitsin zil takıp oynayacak herkes.zannediliyor ki iki dakikada 4-4-2 oynanacak 'Barcelona' gibi top oynanacak.Hızlı oynayacak kanatlardan sürekli ileri akacak bir takım vardı da pas mı atmadi gerekli yerlere?çok değil geçen sene takım acizlik içinde gömülürken ileri diye kol sallayan bir başkası mıydı?Herkes yan gelip yattı,takımı Alex sırtladı ama Rıdvan'ın Fenerbahçe'ye verdiği en büyük zarar olan Ortega El Freni mevzusu nedense hortladı.Alex'ten faydalanabileceğimiz kadar uzun zaman faydalanmalıyız.

Defansın göbeği topu oyuna sokmakla ilgili fikri dahi olmayan adamlardan kurulu.Gökhan Gönül'ün yedeği yok.Santos sadece kuzu çevirmemiş kalan vakitte de kaymaklı krema yemiş.Emre birkaç pozisyona saklıyor gücünü kalan kısımda kaçak.ayrıca kendisine gülen surat maskesi takılsa memnun olacağım.Christian Aurelio olması gerektiğini hala anlayamadı.

Deivid,Önder,Kazım gibi isimler(Okçuyu saymıyorum bile) artık taraftarın görmek istemediği isimler.Başkan nedense herşeyi yanlış anladı.Ya da işine geldiği gibi anladı.İstikrar Ali Bilgin'in Kemal Arslan'ın gereksiz şekilde senelerce bu takımın formasını giymesi demek değildi.

Bu takımda Bilica,Okçu(böyle ditince daha az tiksiniyorum ) Deivid yerine transfer yapılmalıydi.Bir de kontenjanımız vardı bu sayı 4 olacaktı.Bir de üzerine BJK için yapılan 6+2+2 düzenlemesi geldi.Fenerbahçe'de transfer hiç bitmezdi ama yine dünya kupası sonrası beklendi.yine olmayacak tutarların teklif edildiği konuşuluyor.16 milyon euro 2-3 oyuncu alınabilecek bir para.

Henüz sezon başlamadı.Hala yapılabilecek çok şey var.Stoch(pardon skoç) gibi başarılı bir transfer var.Efsanem Aykut Kocaman var.Ama diğer tarafta Aziz Yıldırım ve inadı var.

30 Temmuz 2010 Cuma

Gallas vs. Kalas

Biraz iticidir, çenesi de pek durmaz ama eldekiyle top diye oynayacak olduğu gerçeğini değiştirmez bunlar. Taraftar sanal da olsa örgütlenmiş, Anelka gelmeden tribün tezahüratlarıyla öğrenmiştik. Belki bir umut, haftaya çarşamba Kadıköy'de duyarız adını...

Unutmadan, bir de Marquez var, bonservisli ama zorlamazlar diye tahmin ediyorum. Gallas'tan da az konuşur, gerekirse Emre'nin yanında da oynar. Ama bonservisi tabii Sayın Prezident geleneklerine aykırı olarak kariyerinin en düşük seviyelerinde...

29 Temmuz 2010 Perşembe

Çocuklar gibi şendiler...



Maçtan önce Young Boys, delişmen ama kaosa meyilli bir oyun oynuyor demiştik ama kaosa bu kadar katkıda bulunacağımızı tahmin etmemiştik. Yukarıdaki istatistikler vehameti en az sahadaki oyun kadar açıklıyor ki istatistiklerin bu kadar net açıklaması çok kolay gerçekleşen bir durum değil. Anlamadığım şu bu takım 3 pası bir araya getirebiliyor, getirdi mi kontrolü de eline alıyor (bkz. goller ve Emre'nin pozisyonu) peki pası yapmak için elzem olan topu almak için niye bu kadar pasif kalıyor? Tek açıklama şu; topu alamıyorlar. Oyuncu oyuncu değerlendirmeye gerek yok, zira değerlendirecek birşeyler yoktu sahada. İyimser bakalım ve sezon başı diyelim ama lütfen eksikler demeyelim. Bir takımın ilk 11 oyuncularının arasında ve yedekleri ile asları arasında bu kadar fark olmamalı. Birbirine denk 25 oyuncuyu toplamak ancak bir FM fantezisi olabilir ama ilk 11'iyle yedekleri arasında bu kadar fark olan bir takım toplamak da başka türlü bir fantezi ve maalesef gerçekleşmiş bir fantezi.

Örneğin, evet farkındayız iyi bek bulmak gerçekten zor. Bu yüzden Chelsea bile Bosingwa gibi vasat bir adama 2 sene önce 22 milyon Euro'ya yakın bir para verdi. Anlıyorum Gökhan Gönül'e alternatif bulmak bu sebeple zor ama Önder de olmamalı bu yedek. Hadi diyelim aldınız, geldiği günden beri geriye giden bir adamı ısrarla tutmanın açıklanabilir bir yanı yok. Kadro çekirdeğinizi korumak isteyebilirsiniz, ilk sezonunda yetersiz gözükmüş bir adama bir şans daha vermek isteyebilirsiniz ama bir yerde dur demek lazım. Önder ilk geldiğinde nerede duracağını bilen, altyapısını Avrupa'da aldığı belli bir adamdı. Ancak o günden beri, Türkleşmeye doymadı. Gerekirse taraftarın biraz deli cesareti olan talebi bile kabullenebilir, bırakalım Okan Alkan oynasın. Önder'in yetersizliğini o da göstersin ama en azından genç diyelim, düzelir diye bahane bulabilelim. Bekir hala benim gözümde çok kötü değil. Yedek olarak beklemesinde bir sıkıntı yok. En azından o kaşarlanmış topçu tripleri yok henüz. Gökhan Ünal ha keza öyle, hatta Fenerbahçe'nin Solksjaer'i olma şansını eliyle tepip, tüm sempatisini yitiren sırt yaslamacı Semih'ten de iyi. İki asist yaptı, takım 10 kişi kaldığında da yapması gerekenleri.
Yedekleri de geçelim, başta da dediğim gibi 11 oyuncuları arasında bile ciddi farklar var. Lugano gibi bir stopere sahipseniz, yanına koyacağınız adam Bilica olmamalı. Hatta mümkünse Bilica Samandıra'nın kapısına dahi konmamalı. Bu kadar kaçak oynayan, yanındaki stoperin üstüne bu kadar yük bırakan, omuz koyup top almaktan aciz bir stoper olmamalı. Evet, vücudunu araya koyup top almaktan aciz bir stoper zaten stoper de değildir. Yeniden 10 oyuncu gönderip, 10 oyuncu aldığımız dönemlere dönmeyelim ama Bilica'yı tutmanın da gereksiz yer işgalinden başka bir faydası yok. Neymiş Lugano'yla iyi oynuyorlarmış. Lugano'suz da yanındakini oynatabilmeli. Niye yabancı kontenjanını işgal etsin ki eğer ekstrası olan bir adam değilse? Davranış bozukluklarından bahsetmek bile istemiyorum. Bu adama da gönderilmesini imkansız kılan bir sözleşme yapıldıysa da Sayın Mosturoğlu'na da selam ediyorum. Brezilyalı stoper... Soru işareti 1! Kariyeri vasat stoper... Soru işareti 2! Geriye yaslanıp, topu ilerideki yarma forvetine aktararak ve onun topu tutmasıyla hücuma çıkan bir takımın stoperi...Soru işareti 3! Hadi alındı, hadi değeri anlaşılamamış Edu bir devre beklenemedi de, sadece davranışları bile gönderilmesine yetecek bir adam bu kadar saçma sapan oynarsa hala niye tutulur? Christian sorunsalı var bir de. Brezilyalı olduğu için üşendiğinden mi 5 metre çaplı bir çember içinde oynuyor bilemiyorum. Halbuki oyunu ileri forse etse en iyi yaptığı işi, isabetli paslarını çok daha rahat gösterebileceğini farketse, hem sisteme işlerlik kazandıracak, hem de Alex'in ve Skoç'un (Sergen böyle diyor, viski mi içti nedir yayın arasında, Skoç da Skoç, biri içkisini tazelesin şu adamın.) top dağıtma yükünü üstlerinden alacak, Emre daha tehlikeli olabileceği rakip yarısahada daha fazla bulunabilecek. Bir adım ileri atsa bile yetecek ama o Selçuk'un yıllardır böyle oynayarak tutunduğunu görüp, duruyor herhalde. Ekol değil bu Selçuk, Christian. O bile arada gözüne kestirir, iki driblinge girer, bir sorumluluk almaya çalışır.

Evet turu geçeceğiz bir saçmalık olmazsa, Young Boys hevesli ama bir o kadar da heyecanlanan bir takım. Topu ayağımızda tutabilsek, girdikleri kadar pozisyona biz girerdik. Evet, Gökhan Gönül ve Lugano gelince, daha süratli bir forvetimiz olunca böyle oynamayacağız ama Allah korusun bu adamlar sakatlanırsa, yan basar, Volkan ve direklere şükrederiz defalarca, o da şansımız yaver giderse.

Geri kalanlar, Santos hala gıdın var, 3 öğün kuzu mu çevirdin Brezilya'da, bi zahmet o kilolar verilsin.
Kaptan, sen yavaş yavaş girersin forma, şampiyon yap sonra da omuzlarda uğurlayalım seni. Skoç aman Stoch:-), Sergen'e bile adını ezberleteceksin bu gidişle. Volkan, canın istedi mi 10 numero kalecisin. Kazım Allah'ın adını andım, bir zahmet büyü be çocuk artık. Ve bir kez daha Bilica gözüme gözükmezsen bir müddet çok mesut edersin beni...

Sakinleşince bir de taktik yorumu yaparız. Ama dediğim gibi sebepler daha yapısal, daha temel taşlarda. İyi bir 11'imiz olacak ama iyi 18'imiz de olmalı en azından. İyi taktiksel kurgu ya teknik olarak kaliteli oyuncularla olur ya da iş disiplini olan adamlarla, ikisi de yoksa bazı oyuncularınızla Barcelona gibi oynamak isteseniz de anca halı saha takımı gibi oynarsınız.

P.S.: Degen ikizini sevmem ama sende iş varmış.

27 Temmuz 2010 Salı

İsviçre Çikolatası



Fanatik, Fotomaç ayarındaki başlığımızla sezonun ilk resmi maçına hazırlanalım. (Adı "dostluk maçı" olmasına rağmen Alman disipliniyle geçen Galatasaray maçını sayıp saymamak konusunda ciddi tereddütler yaşadım.) Sezonu Çarşamba günü Ayısıyla meşhur Bern'de açıyoruz. Lüzumsuz bilgi bazında vermek gerekirse Türklerin yol gösteren kurt hikayesine benzer bir yol gösteren ayı hikayeleri var. Kantonun bayrağında da bu ayı resmedilmiş durumda, aynı ayının 120. torunu da Bern'de bir çukurda yaşayıp, kış uykusundan uyandığında halka selam edip, Bern kantonunun gücüne güç katmakta. 

Belirgin bir politika değişikliği gördük bu sezon için yapılan transferlerde. En önemlisi henüz Sayın Prezidentin olaya müdahil olmadığını görüyoruz ki bu iç ferahlatan bir durum. Zira bir dönem "yıldız oyuncu" başlığı altında izlenen görece etkili bir politikadan sonraki müthiş düşüş, şimdi yerini daha akılcı, daha o dillere pelesenk olmuş "kurumsallık"a uygun bir hale dönüşmüş görünüyor. Zico döneminde de düşündüğüm bir şeydi; bizim, bizimle büyüyecek veya bizi sınırlarımızı zorlamaya yönlendirecek hocaya, oyuncuya ihtiyacımız olduğu. Daum, örneğin bizi büyüttü, ama bir yere kadar. Camianın genel olarak tatmin olacağı, ligin dominant gücü olmakla yetinecek bir hocaydı. Kötü değil ama bir yere kadar iyi, sınırları belli ve oraya kadar bizi getirdiğini söylememek ayıp olur mirasına, en azından ilk dönemindeki mirasına. Ama işte o eşik sonrasına geçecek adam değildi, zira ona da yetiyordu bu kadarı. Yetinmeyecek bir adam lazımdı başımıza, Aykut hocalığı bir yana dobralığıyla, hazırlık maçı olsa da sırf Galatasaray maçı olduğu için kazanma isteği yüzünden okunacak kadar Fenerbahçeli olmasıyla, tek sınırı, sınırları bilinemeyen Fenerbahçe sevgisi olan biri. Bu yüzden doğru, Prezidente ezdirilmeyecek yegane adam. Prezident'in yeniden, Aziz Başkan olması için son şansı. Şimdi bizi büyütmek için bizimle büyüyecek adamları topluyor yanına. Stoch'uyla Dia'sıyla başka bir Fenerbahçe yaratmak istiyor. Başarır başaramaz o ayrı ama gittiği yol kanımca doğru yol.

Maça gelirsek, aslında Aykut'un oynatmak istediğine benzer bir takım var karşımızda. Tempolu oynayan, Basel ve Zurich'le İsviçre'nin son 10 yılında önde gelen takımlarından olsa da en nihayetinde orta sınıf bir lig takımı olduğu ve açıkçası bir Basel kadar en tepede olmaya alışkın olmadığı için temposu bazen temposu bazen kaosa dönen bir takım. İsviçre saati gibi değiller anlayacağınız diyerek, klişeye abanacağım bu noktada. Zaten milli takımı bile en fazla guguklu saat olan bir ülke. Son üç sezondur ligi ikinci bitiriyorlar. Bu ikinciliklerinin bizimle de trajik ortaklığı var geçen sezondan, her ne kadar 1984'ten beri şampiyon olamadıklarını düşünürsek, onlarınki biraz daha trajik olsa da. Geçen sezon bir ara farkı 13 puana çıkarmışlardı ligde. Basel arkadan yetişti ve puan puana girdikleri son haftada Young Boys Basel'e 2-0 kaybederek şampiyonluğu onlara verdi. İsviçreli'ler en nihayetinde en fazla bir iki fazla bira içip, iki küfredip evlerine dönmüşlerdir. Biz stad yakarız burada, ehh sevgi arttıkça ızdırabı da artıyor doğal olarak.  Demode ama bir o kadar da çılgın futbola müsait 3-4-3 ile oynamışlar geçen sezon ve sadece 7 maçları alt bitmiş. (Buradan alemin en yazık olmuş takımlarından 1998 Arjantin Milli Takımı'na ve Ortega'lı Batistuta'lı Claudio Lopez'li 3-4-3'lerine selam etmek isterim.) 30 golle ligi gol kralı bitiren Doumbia adlı Fildişili forvetleri bu sene başı CSKA Moskova'ya transfer olmuş durumda. Bu iyi haber bizim için. Zira İsviçre'li istihbaratlarmızdan aldığımız bilgilere göre yerine aldıkları Zambia'lı Emanuel Mayuka henüz adaptasyon devresindeymiş. Kariyeri, Zambia, İsrail ve İsviçre istikametinde gitmiş bir adamın da adaptasyonu uzun olur tabii... Bir sonraki istikameti İsveç ligi olursa bence kendisinin FM'de adaptasyonu 20'lerde tutulmalı.

Kadroları vasat Liverpool'un Gökhan Zan'ı cam adam Philip Degen'in ikizi David Degen dışında bilinen de bir oyuncuları yok. Ha, bunun ikizi ne işe yarıyor ki bu neye yarasın da denilebilir. Yine de en azından Aykut Kocaman öncesi Fenerbahçe'sinin haz etmediği süratli bir takım geçen sezondan bildiğimiz kadarıyla. Aykut Kocaman'lı Fenerbahçe'nin değişeceğini varsaysak da sezon başı yine de sıkıntı yaratabilirler. İsviçre çikolatası güzeldir de yine de fazla kaçırmadan yemek lazım tabii. Bir de tabii zemin derdi var, yapay çim denen naneden stadları. Yeni, güzel bir stad, İsviçre Milli Takımı 'da maçlarını burada oynuyor emme bu yapay çim olayını ben profesyonel futbola yakıştıramıyorum. Hadi, Rusya'da anladım da bir nebze, ne gerek var İsviçre'de. Nike Halı Saha Ligi'ne benziyor futbolcuların ayağında yapay çime uygun ayakkabıları görünce. Şirketler turnuvası sanki... Zemine alışacaklarını varsayıyorum bizimkilerin, en azından bir ara Ankara'da da, yamulmuyorsam bir de CSKA Moskova karşısında bu zeminle muhattap olmuşluğumuz var. Tahmini 11'imizde forvette Gökhan var ki, Semih gibi iki sezondur sadece sırtını savunmacıya dayamakta olan birine göre dikine gitme çabası olan bir oyuncu olması itibariyle bana uyuyor. Bir de bir Türk forvet için açıkçası iyi bir vuruş tekniği var Gökhan'ın. Lugano ve Gönül yok. Bekir, İlhan'la sıkıntı var sahneye konmaz umarım. Tabii ki Bilica önderliğinde... Zira kendisi yeni sıkıntı merkezi... Gerçekten bize bu kadar çirkefi hiç gelmemişti. Transfer işleri bitmeden bir yollasalar çok mesut olacağım. Tamam ayağı düzgün diye alındı ama, kesinlikle hamlesiz, hamle yapmaya kalkınca kasaplaşan, ağır, çirkef, bir de saçları sarı. Neyse kadro değerlendirmesini yakın bir zamanda yapacağız, maç içerisinde de çemkirmiyoruz mümkün olduğunca sahada takım var çünkü maç bitince yeniden bireylere dönüşüyorlar gözümde. Fonda da Guti'nin gelişi var, severim kendisini de, transfer yapınca onun üzerinden sadece bizim aleyhimize tezahürat yapan Karga'lara da allah akıl fikir versin diyorum, öyle büyük ki sorunları Guti değil Kaka'yı getirseler hallolmaz.

Aşağıda tahmini 11'imiz. Maça bir gün kaldı artık bu sene Şampiyonlar Ligi elzem, özledik o şarkıyı, o heyecanı, yerimiz orası. Haydi vira bismillah....




23 Mayıs 2010 Pazar

Bölüm 1:Uyanık Kanaryalığa Giriş

Manifestoda atıfta bulunulan konulara ufak ufak değinerek girelim söze.Bu grup her fırsatta eski maraton günlerini anar özlemle.Göteborg maçından Parma'ya,TSYD maçlarından şu an 3.ligde bile olmayan takımlarla yapılan maçların bile güzel hatıralari vardır.Olay tabii ki balık istifi maç izlemenin keyfi değil o muhteşem tribünün herşeye değen ambiansıdır.Ne yazık ki bu ambians daha sonra bir, bilemedin iki elin parmaklarını geçmeyen sayıda maçta yakalanabilmiştir.

Bunu taraftar/seyirci/müşteri üçlemesiyle ve endüstriyel futbolla açıklamak kolaycılık olur.Kaldı ki Preko-Johnson'dan Anelka-Appiah' a terfi ederken kimse bundan şikayetçi değildi gibime geliyor.

Hiçbir taraftar grubuyla ilişiğimiz olmadan,yıllarca münferit taraftarlıktan sonra hem tribünleri eski haline getirmek hem de futbol takımını kurtarmak için yola çıkıyoruz,sonumuz hayır olsun :)